Her gün yeni bir görüntü, yeni bir haber düşüyor ekranlarımıza. Yıkılmış binalar, enkaz altındaki çocuklar, ağıt yakan anneler, çaresiz gözlerle gökyüzüne bakan bir halk… Filistin, uzun süredir sadece bir coğrafi isim değil; direnişin, acının, sabrın ve insanlık sınavının sembolü hâline geldi.
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları artık sadece "çatışma" olarak adlandırılamaz. Bu, apaçık bir sistematik zulüm, etnik temizlik ve insan hakları ihlalidir. Uluslararası hukuka göre bir halkın temel yaşama hakkını, barınma hakkını, eğitim hakkını, sağlık hizmetine erişimini engellemek bir savaş suçudur. Fakat ne yazık ki İsrail, bu suçları işlemeye devam ederken dünya kamuoyu büyük ölçüde sessizliğini koruyor.
Filistin halkı yıllardır abluka altında. Gazze, açık hava hapishanesine çevrilmiş durumda. Elektrik yok, temiz su yok, ilaç yok, umut yok. Çocuklar bomba sesleriyle büyüyor, birçoğu okula bile başlayamadan ya ölüyor ya da sakat kalıyor. Ve dünya, bu zulme sadece "endişeliyiz" açıklamalarıyla tepki veriyor.
Peki, neden bu sessizlik?
Neden bazı insanların canı, diğerlerinden daha mı az değerli?
Medya manipülasyonları, siyasi çıkarlar ve ekonomik ilişkiler yüzünden bir halkın yok oluşuna göz yummak, insanlık onuruyla bağdaşır mı?
Bu zulmün karşısında durmak, sadece Müslüman olmanın değil, insan olmanın da gereğidir. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun, mazluma sahip çıkmak evrensel bir sorumluluktur. Sessiz kalmak, zalimin yanında saf tutmaktır. Çünkü zulme rıza, zulümden farksızdır.
İsrail hükümetinin işlediği bu insanlık suçlarına karşı susanlar, yarın aynı acıların kendi kapılarını çalmayacağından nasıl emin olabilir?
Unutmayalım: Tarih, zalimleri değil; zalime karşı duranları yazar.
Zulmü alkışlamayan, zalimi sevmeyen ve her ne olursa olsun mazlumun yanında duran vicdanlara selam olsun…